Akademisyen-II

Hasan EJDERHA

Akademisyen-II
                               "Devam"

Beyza ile evlenseydim; anam evime bile gelirdi.

Evet evet, kesinlikle gelirdi. Gelince uzun süre kalırdı belki de.

Gerçi, yaz aylarında gelemezdi. Doğacak buzağı falan beklemiyorsa, kış aylarında olsun gelirdi. Gelince de Beyza haline bırakmazdı; bizde kalırdı anam. Beyza olunca, babam da anama: “git ama, hemen geri dön” demezdi; kırmazlardı Beyza’yı.


Şu anamla babam, bizim hanımı sevemediler gitti.

Hoş, bizimki sevmelerine izin verdi ya.

Ne o tepeden bakış, o aşağılama?

Bizim apartmanın kapıcısına davrandığı  gibi davranıyor babama.

Anama da kapıcının hanımına davrandığı gibi.

Hatta bazı zamanlar, kapıcı ve hanımına bile onlara davrandığından daha saygılı davranıyor.

Emekçi onlar bizim hanıma göre; ama babam emekçi değil…

Halt etmişsin sen!

Yahu ben bu kadınla nasıl evlendim? Vay eşşek kafam vay!

Ama olmazdı ki, nasıl kadro alacaktım?

Canım bizimkilerde idare etsinler biraz

Okumuş gelinleri var işte.

Torunları iyi yetişecek; akıllı olacak.

 

Akademik kariyer yapmak, o kadar kolay değil; görüyorsunuz.

Hele ki hocam var. Önemli bir profesör hocam.

Onun da çekemeyenleri var.

Bizde, akademik çevrede; birisi önemli bir çalışmaya imza attı mı, çekemezler.

Dediğim gibi hocamı da çekemiyorlar tabi.

Bilseniz ne dedi kodular, ne dedi kodular…

Efendim, sözüm ona hoca, beş bin sayfa fotokopiyle profesör olmuşmuş da…

Bak bak! Şerefsizliğin, haksızlığın bu kadarı da olmaz.

Daha bununla kalsalar iyi.

Neymiş? Beş bin sayfa fotokopi çekerek sunduğu tez hırsızlıkmış, başka bir profesöre aitmiş de, hatta o profesör de, bilmem hangi Fransız bilim adamının tezinden aşırmış da, da. da…

Yani anlayacağınız, kıskançlık diz boyu; bu bizim akademik çevrede.

 

Bu günlerde, Beyza ne kadar çok aklıma geliyor böyle?

Sadece aklıma gelse iyi; yüzü, hiç gözümün önünden gitmiyor.

İtiraf edeyim, bu çok hoşuma gidiyor; gidiyor da, hanım aklıma gelince de ,ödüm kopuyor.

Yanlış mı yaptım yoksa?

Olur mu canım en doğrusunu yaptım

Böyle yapmasaydım, doktoralı öğretim görevlisi olarak emekli olurdum.

Bak, ne güzel; önüm açık artık.

Akademik kariyer yapmama hiçbir engel kalmadı.

Hemen konuşsun arkadaşlar…

Aslında şu, Kutlu Doğum Haftası’ndaki toplantılarına gitseydim iyi olacaktı.

Uff! Uf!. Nasıl gideydim; kesin bir gören olurdu beni orada.

Akademik kariyerim mahvolurdu.

Akademik kariyer deyince; yahu şu hocaya açılan soruşturma…

Altı astarı yok ya; ya bir de bilim hırsızlığı ortaya çıkarsa.

Gerçi hoca anlattı; tam olarak bilim hırsızlığı diyemezlermiş.

“Canım bunu herkes yapıyor” dedi.

Tamam da, hoca ayrılırsa ben n’olurum yahu?

Bir sürü proje var; sempozyumlar konferanslar.

Ya kitap? Vay anasını! Önemli bir kitapta hocayla yan yana adım yazılacaktı.

Bak buna da müsaade etmesinler de; olur mu, olur vallaha.

Bir de kursağımızda kalmıyor mu hocayla yayın yapmak.

Acaba, hoca gerçekten hırsız olabilir mi?

Yabancı dil biliyormuş gibi davranıp,  yabancı dil bilmediği doğru.

Bunu ben biliyorum; bizzat gördüm, iki kelime bile edemedi yabancı hocalarla.

Bilim hırsızlığına gelince… Hoca, alanında bir sürü şey biliyor canım.

Sahiden biliyordu değil mi? Tabii tabii canım! Elbette biliyor.

Biliyordur herhalde?… Koskocaman profesör; az mı çalışmalar yaptık.

Ama bu çalışmaların hepsini ben yaptım; hoca bir şey yapmadı ki!

Zaten karışık olan kafam bir demlik karıştı ya.

Her neyse canım. Hoca olmasa, benim kaçım kaç kuruş.

 

Beyza…

Yine beni görünce, öyle bakar mı acaba?

Hem tatlı bir bakış, hem de sitem.

Çok kızmamış gibi duruyordu aslında.

Yoksa ben mi öyle olsun istiyorum?

Kıza da amma ayıp ettik.

Bütün köy; akrabalar, herkes bizi evlenecek diye beklerken, benim yaptığıma bak.

E, ne yapaydım peki; değil mi ama?

N’olacaktı bizim akademik kariyer?

Ah Beyza!…

Sen gerçekten iyi kızsın.

Oğlum, Beyza’yı düşünecek zaman değil şimdi.

Sen asıl yarın gelecek misafirleri düşün.

Abi, sizin yaptığınız da iş mi şimdi?

Neymiş, efendim; üniversitedeyken kaldığım cemaat evinden abiler, bana ziyarete geleceklermiş.  Hem de üniversitede.

Bir uğrayıp hayırlı olsun diyeceklermiş.

Telefonda söylediniz işte, daha ne demeye geliyorsunuz.

İşin yoksa uğraş şimdi abilerle.

Hayır normal bir misafir olsa başım üstüne.

Şimdi gelecekler; öğleyin namaz kılmak için yer arayacaklar.

Ben de onlarla namaz kılmak zorunda kalacağım; birisi görecek.

Çık işin içinden çıkabiliyorsan.

Hayır, Allah var severim gelecek olan abileri.

Bende az emekleri yok.

Bir kere, üniversite bitene kadar; hatta yüksek lisansta, doktorada bile burs sağladılar, evlerde parasız kaldım. Bunları inkar edersem çarpılırım.

Ama onlarla beni namaz kılarken görürlerse gene çarpılırım.

İçlerinden sakallı olanları var. Onlarla görünmem bile problem olabilir.

Beni neden anlamazlar ki?

 

Bu gün de, tanıdık bir arabanın gelmeyeceği tuttu.

İyi ki şu otobüs durağı var.

Bu arada saat de epey geç olmuş; üniversitede kalan olmuş mudur ki bu saatte.

Acaba yürüsem mi? Peki yağmur! Şemsiyede alamadık bu gün.

Kaldık mı şimdi burda? Hele biraz daha bekleyeyim.

Allah kerim… Niye ürperdim ki şimdi? “Allah kerim” deyince.

Kimse yok etrafımda; yapayalnız bekliyorum, şu otobüs durağında.

Bak bak! Nelere dikkat etmek zorunda kalıyor insan.

“İnşallah”  “Allah Kerim” demeyeceksin; görüyorsunuz değil mi?

Bir de arkadaşlar bana yüz çeviriyor.

Kafanız çalışsaydı, şimdi siz de öğretim üyesiydiniz.

Beyza’nın bakışında biraz sitem vardı aslında.

Ama çok değildi sanırım.

O beni anlıyordur; anlayışlı kız Beyza.

Şu arkadaşlar; Beyza kadar olamıyorlar. Bir de doktoralı insanlar.

Evet evet, Beyza’ya ayıp ettik. Adı çıktı kızın.

Kimse talip de olmaz artık.Talip olmasınlar iyi.

Höst dedik lan hadi ordan! Niye talip olmasınlar?

Sana ne Beyza’dan, yazık ettiğin yetmiyor mu kıza.

“İnşallah hayırlı bir kısmetlisi çıkar” demen dururken, senin ettiğine bak.

Talip olan çıkmayacak da n’olacak?

Hadi cevap versene! N’olacak kızcağız?

 

Babamı kırmamak lazım. Zaten bir o kaldı bana kırılmayan.

Önümüzdeki ay bir haftalık rapor uydurmalıyım.

Desene, onca ders ücreti gidecek; hem de, çoğu ikinci öğretim.

Sen boş ver ders ücretini de, hanımı, nasıl razı edip de köye gideceksin?

Yahu bir de, köyden dönünce, tam bir köylüye benziyorum.

Sinirim bozuluyor bu duruma; zaten cılız halimizle köylüler gibiyiz.

Köyde; biraz yüzüm yanıp da, elimi, ağaçları budarken çalılar çizdi mi, elime yüzüme bakılacağı kalmıyor. Zaten el de el değil ki mübarek.

Her neyse de, bunca akademik çalışma kalacak.

Bakalım hoca ne diyecek bu işe.

Gerçi, onun soruşturma ile başı dertte; gözünün önünü görecek hali yok.

Aslında bu durumu iyi benim için. Ben de, şöyle işleri güçleri toparlamış olurum.

Beyza’yı da görürüm herhalde; köye gidince.

Anama kesinlikle geliyordur.

Eskiden Beyza sağardı, bizim ineklerin sütünü.

Buzağıları beraber emzirirdik, Beyza ile.

Siyah beyaz olan buzağı benim; sarı olanı onundu.

O buzağılara n’oldu acaba? Büyümüşler, kocaman inek olmuşlardır.

Beyza’nın aklında mı acaba, hangi buzağının kime ait olduğu?

Acaba hala sahipleniyor mu, kendisine ait olan buzağıyı.

Kim bilir, yolda yolakta görünce seviyordur  belki; buzağısı, şimdi kocaman inek olmuştur.

Siyah beyaz olan benimkiydi. Beşiktaşlı.

Beyza, bu “Beşiktaşlı” sözünü ilk duyduğunda: “o da ne?” demişti.

Bende anlatmıştım Beşiktaş’ı.

Anlamış mıydı bilmiyorum.

Beşiktaş deyince… Rektör Beşiktaşlı diye, herkes Beşiktaşlı oldu.

Vay anasını be. Şu bizim, koyu Galatasaraylı, bölüm başkanı bile rektörü görünce: ”Hocam, Beşiktaş şöyle yaptı Beşiktaş böyle yaptı. Falan futbolcuyu alacakmış. Falan takımı kolay yener. Falan maçı da aldık mı, bu sene kesin şampiyon oluruz hocam” diyor.

Bak Bak! bir de “şampiyon oluruz” diyor.

 

Dünkü kokteylde, şu asistanla yakınlığımı hanım fark etti mi acaba?

Yok yok, fark etmemiştir. Hem, fark etse, evde kıyametleri koparırdı.

Kıyamet koparmaz; başımı koparırdı.

Sanırım biraz fazla kaçırmıştı şarabı; yoksa, fark etmemesi imkansızdı.

Yahu asistan da ne sırnaşık kızmış ha! Hoş da kız hani.

Bu, balolar, kokteyller hoşuma gidiyor biraz.

Daha önceleri, bir hoca gördüm mü, sıkılır, söyleyeceğim şeyi söylemekte güçlük çekerdim.

Balolarda durum bambaşka; bir de iki kadeh içtin mi, tam bir medeni cesaret âbidesi kesiliyorum. Babam, medeni cesaret demez di de “yırtık adam” derdi. Gerçi, o tür adamlardan pek hoşlanmazdı ama, sanırım ben içki içince öyle bir adam oluyorum.

Çünkü her istediğimi, her hocaya söyleyebiliyorum o zaman.

Ayıptır söylemesi hovardalık bile ediyorum, kıyısından bucağından.

Bu tür şeylerin, lafını etseler utanırdım eskiden.

Yoksa, arkadaşların dediği gibi ben fikri zeminimden uzaklaşıyor muyum?

Ne fikri zeminiymiş ya!? Benim hiç fikri bir zeminim olmadı ki?

Cemaat evinde garibanlıktan kaldım. Zaten orada kalmasam; üniversiteyi bitiremezdim.

Yüksek lisans ve doktora yapamam da zor olurdu. “Zor olurdu” ne kelime, asla yapamazdım.

Fikri zemin…

Hayır, hayır! Fikri zeminim var...

Benim fikri zeminim var canım. Var, var…

Yâni… Olması lâzım. Ben imam hatipliyim sonuçta.

Büyük babam da, ninem de hacıdır benim. Hacı torunuyum yâni.

Aha! bir araba geliyor… El kaldırayım; inşallah alır. Bak, gene “inşallah“ dedik.

 

***

O gün, size, otobüs durağında beklerken, anlattıklarım vardı ya.

İki aydan beri n’oldu merak ediyor musunuz?

Asla tahmin edemezsiniz, başıma gelenleri.

Aslında bir noktada iyi de oldu sayılır.

Şimdi anlatınca; “bu ne hız yahu?” diyenleriniz olacak.

“Oh oldu senin gibi kendini bilmeze” diyenler de olacak

Bana, kim, ne dese haklı.

Hani ertesi gün misafir bekliyordum.

Üniversitedeyken kaldığım cemaat evinden, abiler gelecekti ziyaretime.

İstemeye istemeye olsa da kabul ettik. N’edeceksin, abilerimiz sonuçta. Bu noktada gerçekten samimiyim. Gelen abileri çok severim.

Uzatmayalım. Abiler öğleye doğru geldiler. Oturduk hoş beş ettik. Yan masalardan ve komşu odalardan; o, size bahsettiğim, maşrapaya benzer kupalardan ödünç aldık. Çay kahve içtik. Kahve dediysem, sözün gelişi. Çünkü, abiler çaydan başka bir şey içmezler. Daha doğrusu çayı çok severler. İnce belli narin cam bardakla olsaydı daha memnun olurlardı ya; kupalarla mecburiyetten içtiler çaylarını.

 

Her zaman söylerim. Benim aklıma gelen başıma gelir. Öğleye doğru, abiler mescit sordular.

Üniversitede mescit yok. En yakın cami on kilometre uzakta. Gerçi şoförler odasının yanındaki bir odayı, memurlar mescit olarak kullanıyorlar ya; benim, abilerle oraya gidip namaz kılmam imkansız. Namaz kılmamdan bahsediyorum. Mecburen abilerle birlikte, biz de namaz kılacağız. O kadar da dinden uzaklaşmadık canım. Neyse ki, bizim bölüm sekreterinin ve bölüm memurunun kendi seccadeleri var. Tam öğle yemeği vakti; hazır herkes de yemekhanedeyken, öğle namazlarımızı kaçak göçek, odada kılalım dedik. Her zaman yaptığı gibi, Mustafa abi demez mi; cemaat olalım. Cemaat olduk. Seccadenin birini, imamlık yapacak olan Mustafa abiye; diğer seccadeyi enine serip, ayaklarımıza gelen yeri de kağıtlarla destekleyerek namaza durduk. Kapıyı kilitlesene be akılsız adam! kapıyı kilitlesene! Halbuki bir ara aklıma da gelmişti, kapıyı kilitlemek. O telaş içinde unutmuşum. Öğle namazının farzının son rekâtındaydık. Arkamızda kalan oda kapısının, pat diye açıldığını duydum. Dizimin bağı çözüldü. Mustafa abi “Allahüekber” dedi mi demedi mi duymadım. Sadece cemaate uyup, secdeye gittim. Sonra da tahiyata oturduk da düşmekten kurtuldum. E, bizim rektör nazik adam. Rektör seçileli altı ayı geçmişti halbuki; odalara teşekkür ziyaretleri hala sürüyormuş. Bizim odaya da, o gün, o saat denk geliyor.

 

Gerisini anlatmama gerek var mı?

Tahmin edenleriniz olmuştur. Ne olduğuna dair aklınıza gelenlere; “yok canım o kadar da değil” diyenleriniz de vardır muhakkak. Evet; o kadar; tam da tahmin ettiğiniz gibi. Bu tür durumlarda olacak belli aslında. Hem de bilmem ne kadar zamandan beri değil belli olan. Endülüs’ten beri.

 

***

 

Çok hızlı sonuçlanan bir soruşturma oldu. Disiplin komisyonu canla başla çalışmış olacak ki, kısa sürede aldım, üniversite mensupluğumu sona erdiren belgeyi. Akademisyenlik bitti yani. Esas önemli gün, bir hafta sonra bizim evdeki gündü. Evet evet bir hafta sonra. Kaynanam, kayınpederim, yedi göbekten akrabaları, bizim evde iğne atsan yere düşmez.

Karar verdik ayrılmaya. Daha doğrusu, ayrılmamıza karar verdiler.

Kitaplarımı manav  Kadir Abinin deposuna bırakıp, iki üç valizle köye geldim.

Babama da adam lazım. Zeytinler, kirazlar, elmalar dikmiş; tabi beni ve benim çocuklarımı düşünerek bahçeler yapmış.

Anam olanlara: “neylerse Mevlam eyler, neylerse güzel eyler” dedi çıktı işin içinden.

Şu anama bayılıyorum. Her ne kadar, akademik kariyer uğruna yediğim haltlardan dolayı yüzüne bakmaya utansam da, anama bayılıyorum.

 

Arkadaşlar acı söylemişler. Okullardan birinde görev verin; ya da bir üniversiteye referans olun diye, bir iki yeri aradım. “N’olur n’olmaz; şimdi alırız, biri, bir kemik sallar, bırakır gider” demişler; kulağıma geldi. Bu zamana kadarki halime bakılınca, haklılar belki ama; çok canım acıdı. Kahroldum.

 

Güzel bir menkibe var.

Zamanında, hasta yatan Ermenilerden birisi, Hafız Ali Efendi (Maraş’ın önemli alimlerinden)’ye haber salmış. Mübarek geldikten sonra da, Kelime-i Şahadet getirerek ruhunu teslim etmiş. Ölen Ermeninin hanımı feryad-ü figan ederek ağlıyormuş. Hafız Ali Efendi: “Hatun acını anlıyorum ama; niye ağlıyorsun kocan Müslüman olarak ruhunu teslim etti sevinsene” demiş. Kocası ölen Ermeni kadın: “Kocamın öldüğüne ağlamıyorum efendim. Zaten hastaydı. Fakat, İsa (as)’dan yüzden düştü; Muhammet (sav) tanımaz. Arasatta kaldı kocam; ona ağlıyorum” demiş.

 

Şimdilerde bu menkibe, hiç aklımdan çıkmıyor; tam olarak bana uymasa da. Aslında yediğim haltlara hiçbir menkibe uymaz ya. Anam çok seviniyor eve döndüğüme.

Babam: diplomalı çiftçi iyi olur; keşke ziraat alanında doktora yapmış olsaydın diyor.

 

Beyza…

Beyza mı?

Beyza iyi kız

Affeder mi bilmiyorum.

Affetse bile, onu hak ediyor muyum, onu da bilmiyorum.

Bundan sonra ne yapacak, ne edeceğim; onu, hiç ama hiç bilmiyorum.

Koskocaman öğretim üyesini görüyor musunuz? Ne kadarda bilmediği şey varmış.

Aklımı, mantığımı, yüreğimi  kullanıp, bunları bilmediğimi bilseydim.

Bari,  bir tane, bildiğim şey olurdu değil mi? Acı bile olsa.

Affeder mi bilmiyorum.

Beyza iyi kız.

Beyza mı?

Beyza…

 

Hasan EJDERHA

ŞUBAT 2007

www.hasanejderha.blogspot.com
 


Hasan EJDERHA



SANA SUSUZLUĞUMLA SUSUYORUM



Damlamadı kelimelere mana

Yediğim bütün etleri kusuyorum

Çün artık haram kelimelerin eti bana

Söz bitti sana susuzluğumla susuyorum.





Ş İ İ R
 
Hasan EJDERHA
SEN BEN OLUNCA


Ben seni gördüm dün ben içinde
Neden sen yoktun bendeki sen içinde
Olduğum zaman yokum ve sen de yoksun içimde
Ne zaman görüneceğiz ikimiz sendeki ben içinde

Yürüyor hayat, hayatı yürüyorum bir biçimde
Sadece sen kalıyorsun bende, tüm yolcular gidince
Ben tükendikçe sendeki ben içinde
Sen çoğalıyorsun bendeki sen içinde
 

 
toplam 27525 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol